Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi
Antakya Kenti, Suriye sınırında olup Hatay adıyla da bilinen ve çok eski bir tarihe sahip Akdeniz kıyısındaki önemli bir kenttir. Antakya’nın ilk adı Antakya değildi, bu isim işgalden sonra verilmiş bir ad. Antakya Süryani Patrikhanesi yüzyıllar boyunca evrensel patriklik merkezi olarak öne çıkmasının nedeni, Arami Süryanilerin Hıristiyan önderleri olan İsa’nın Elçilerini bağra basmalarından kaynaklanıyor.
Dönemin Antakya'sı, pazar kaygısı ve siyası sebeplerden dolayı Helenistik kültürünü önde tutan fakat Süryani Kültürünü de 16. yy’e kadar devam ettiren önemli merkezlerimizden biri olma özelliğini taşımaktadır. Antakya, Hıristiyanlık döneminin 6. yüzyılına kadar sıcağı sıcağına Patrikliğimize ev sahipliğini yaptı. Siyasi dayatmalara, Roma kaprisli ataklarına ve dinmeyen Bizans oyunlarına rağmen, Antakya Süryani Ortodoks Patrikliğinin yönetim merkezi ve Kilise başkenti olmuştur. Doğu'nun gerçek kilisesi olan Süryani Kilisesi; iman ülküsü, dogma ve liturji alanında verdiği Mesihsel din-kültür hizmetlerle etkin şekilde Hıristiyan inanışının sancağını elinde tutmuştur. Rabbin diri Müjdesini Ortadoğu'dan Uzakdoğu'ya dek uzanan bir coğrafyada yaşayan insanlara kadar taşıma başarısına ve onuruna sahip olmuştur. Diğer pagan toplumları arasındaki Hıristiyanlık inancının öncüsü olan Süryani Kilisesi, aynı zamanda değişik etnik kökenlerden gelen insanları belli bir süreye kadar -ki kısmen halen- çatısı altında barındırmayı başaran ilk Hıristiyan kilisesidir.
Rab Mesih yeryüzünde iken, yaydığı yeni öğretiler sonucunda Elçi Mor Petrus'un başkanlığında Hıristiyanlık inancına sahip ilk düzenli topluluğun oluşumu söz konusudur. Ancak bu topluluk, manevi anlamda gerçek bir kilise olma niteliğini ve yetkinliğini Kutsal Ruhun inişiyle birlikte kazanmıştır. (Elçilerin İşleri 11: 25) Bunun yanı sıra Elçi Mor Yakup Kudüs Kilisesi’ni tesis ederek ağırlıklı Yahudi kökenli Hıristiyanları içine alıyordu. Kudüs Kilisesi Mesih'in yaşadığı yer ve göksel Yeruşalim simgesi sayılan Kudüs adına Krallar Kralı’nın onursal makamı nedeniyle, kilise babaları tarafından bu dönemde "Ana Kilise" adıyla tanımlanmıştır.
Hıristiyanlık dönemi başlamasıyla, Rab Mesih'e bağlılık nedeniyle topluluk, Yahudilerin uyguladıkları baskı ve sindirme kıskacına maruz kalmıştır. Kudüs'teki topluluk, bu baskı uygulamaları ve M.S. 34 yılında Diyakoz Estefanos'un şehit edilme olayı sonucunda dağılmak mecburiyetine düşmüştür. (Elçilerin İşleri 6. 7. ve 8. bölüm)
Bu nedenlerden dolayı dağılan Elçilerin topluluğu Antakya şehrine giderek, burada yaşayan Süryani ve Yahudilerden oluşan yerli halkın gönlüne, Hıristiyanlık inancının ilk tohumlarını ekmeyi başarmıştır. Böylece Süryani ve Yahudilerden oluşan ilk çekirdek topluluk Antakya'da kurulmuştur. Kudüs Kilisesi, Antakya'da faaliyet gösteren böyle bir topluluktan haberdar olur olmaz, yetmişli müjdecilerden Aziz Barnaba'yı Antakya'ya göndermiştir. Aziz Barnaba'nın burada yürüttüğü etkili ve yoğun çalışmalarına, daha sonraları Mor Pavlus'un bir yıl süren özverili katılımının da eklenmesi sonucunda Antakya Kilisesi'nin etrafında toplanan insanların sayısı bir hayli çoğalmıştır. Bu yoğun ve etkili çalışmaların sonucunda günden güne güçlenen ve sayıları artan Antakya'daki topluluk tarafından; "Hıristiyan-Mşihoye" ismi ilk kez belirgin şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Antakya şehri, sosyal, kültürel ve dinsel etmenlerden dolayı, farklı tarihlerde birçok müjdecinin uğrak yeri olmuştur. Kentteki dinsel etkinliklerin hızlanmasının ve Kilise bireylerinin sayısının hızla artmasının çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerden başlıcaları; şehrin yerlilerinin Yahudi baskısından uzakta ve Roma İmparatorluğu'nun vatandaşı olmaları, daha da önemlisi müjde faaliyetlerinin dili Süryanice'nin ve Süryani Kültürünün, hem Süryanilerde hem de Yahudi çevrelerce ortak kullanılmış olmasındandı.
M.S. 37 yılında Mesih'i müjdelemek amacıyla Antakya'ya gelen ve burada bulunduğu süre içinde kentteki topluluğun programlı, düzenli ve huzur etkenlere şahit olan On ikilerin ilki Mor Şemun Petrus, Hıristiyan dünyasının üç büyük kürsüsünden ilki olan "Antakya Elçisel Kürsüsünü M.S. 37 - 43 yılları arasında kurmuştur. Böylece Antakya Kilisesi, ilk Hıristiyan kilisesi olmuştur. Nitelik ve yapısı itibarıyla bakıldığında Yahudi kökenli ve Süryani Hıristiyanları çatısı altında birleştiren ilk Ana Kilise, Antakya Kilisesi’dir. Coğrafi açıdan bakıldığında Doğu bloğunun kalbi sayılan bu şehir, Hıristiyanlığın merkezi haline gelmemesi düşünülemezdi. Bu ilk Hıristiyanlık yıllarında, Yahudi kökenli Hıristiyanlarla Yahudi kökenli olmayan diğer Hıristiyanlar arasında bazı görüş ayrılık ve anlaşmazlıklar ortaya çıktığı görülmektedir. Bu anlaşmazlıkların temelinde Yahudi kökenli Hıristiyanların, diğer gruba, birinin Vaftiz olabilmesi için katı görüş baskısı dayatılmaktaydı. Onlara göre, Hıristiyanlığa yeni girmiş birinin dolayısıyla vaftiz olabilmesi için önce Musa'nın şeriatını uygulamalıydı. Bunlardan başlıcaları: sünnet olmak ya da Yahudiliğe geçmek gibi dayatmalardı. Bu gibi boş tartışmalardan kaynaklanan sürtüşmelerin ve anlaşmazlıkların son bulması amacıyla M.S. 51 yılında Kudüs'te Hıristiyanlığımızın ilk Konsey’i toplandı. Bu Konsey'in toplanmasında Elçi Barnaba ve Elçi Pavlus’un özel çaba ve emekleri olmuştur. Elçi Mor Yakup'un başkanlığında bir araya gelen Konsey, pagan görüşünden Hıristiyanlığa katılanların vaftiz olabilmeleri için sünnet olma şartının kaldırma kararını almıştır. Bu kararla Hıristiyanlığa yeni katılanların Musa töresinden kurtulmalarını sağlamıştır. Konsey’de bunun yanı sıra Antakya Kilisesi'nin güçlendirilmesine ilişkin daha bir takım kararlar alınmıştır. Bu kararlardan en önemlisi Pavlus, Barnaba, Yahuda ve Silas'ın Antakya'ya yollanmaları, Mesih’e dönüş için: Putperestlikten dönenlerin, putperestlik alışkanlıkları, puta taparlığı ve kurban sunmalardan sakınmaları, özellikle de kandan, boğulmuş hayvan tüketiminden ve her tür zinadan şiddetle uzaklaşmaları konusunda öğretmeleri hedeflemiştir.
Antakya Kilisesi ilk Hıristiyan Kilisesi olma unvanına sahip olduktan sonra, Rabbin müjdesini yaymaya yönelik bütün müjdeleme çalışmaları bu merkez tarafından yönetilmeye ve yürütülmeye başlandı, Antakya’nın bu müjdeleme çalışmaları Roma’yı da kapsıyor. Zaten Elçi Petrus müjdeleme çalışmalarına başka yerlerde devam etmek üzere Antakya'dan ayrıldı. Ayrılışı sırasında Elçi Pavlus'un da yardımı ile II. Patrik Afudius'u Yahudi kökenli olmayan Hıristiyanlar için atandı; Nurlu Mor İğnatius ise, Yahudi kökenli Hıristiyanlar için Petrus’un onayıyla Patrik olarak atandı. Ancak Mor Afudius M.S. 68 yılında Roma İmparatoru Neron tarafından öldürüldü. Olay neticesinde hem Yahudi hem Süryani kökenden gelen Hıristiyanlar, Kutsal Ruh'un etkisiyle Nurlu İğnatius'un patrikliğinde birleşti. Bu birleşme, o tarihten itibaren Antakya Kilisesi'nin "Tek ve Evrensel Kilise" unvanını almasına vesile olmuştur.
Nurlu Mor İğnatius’un döneminde özellikle Suriye, Lübnan ve Anadolu topraklarında yürütülen müjdeleme çalışmaları hızla ivme kazanmış ve kısa sürede doğudan İstanbul topraklarına kadar yayıldı. Hıristiyan bireylerin sayısında gözle görülür artış olmuştur. Kilise'nin bu denli güçlenmesi Roma İmparatoru'nun kaygılarını artırdığı için baskı ve zulümlerden dolayı çalışmalarda aksamalar ortaya çıkmıştır. Yine de Antakya Kilisesi uygun zemin bulduğu sürece Rabbin yaşam verici öğretilerini yaymayı amaçlayan müjdeleme çalışmalarını devam ettirmiştir. Antakya Süryani Kilisesi bu uğurda haddi hesabı olmayan şehit vermiştir. Bu şiddete rağmen her fırsatta yürütülen sistemli ve bilinçli çalışmalar, Antakya Kilisesi'nin Genel Başkanı Nurlu Mor İğnatius’un bölgedeki en büyük Hıristiyan lider olmasını ve tüm doğunun kilise hakimiyetini elinde bulunduruyordu. Bu andan itibaren Nurlu İğnatius’un Roma’da katledilişine kadar "Suriye Episkoposu yani Patrik" unvanını kullandığı belgelenmiştir.
Hıristiyanlığın yayıldığı ilk yıllardan başlayarak Sur, Sayda, Kayseri, Beyrut, Cubeyil, Efes, Kapadokya, Bergama, Sardis ve Leodikya şehirlerinin her biri II. Yüzyılın sonlarında "Episkoposluk" statüsüne kavuştu. Tüm bu merkezler M.S. V. Yüzyıla kadar yönetim açısından Antakya Süryani Kilisesi'ne bağlıydılar.
Bu gelişmelerin paralelinde dönemin dikkat çeken diğer özelliği de Mezopotamya'da yürütülen müjdeleme çalışmalarının kaydettiği aşamadır. İsa’dan yaklaşık 170 yıl sonra tüm Arami boyları arasında artık kiliseye 'Aramilerin Kızı' yerini Süryani Kilisesi adını almıştır. Akdeniz kıyılarından Orta doğuya uzanan bölgede henüz III. yüzyılın ilk çeyreğinde; yani yaklaşık 200 yıl gibi kısa bir sürede tam yirmi Episkoposluk Merkezi kurulduğu görülmektedir. Bu merkezlerin en önemlileri, Bethzabday, Hilvan, Sincap, Katar, Kerkük, Keşker, Basra, Erbil, Urhoy, Omid, Nsibin ve Bethgarmay'dır.
ANTAKYA SÜRYANİ ORTODOKS KİLİSESİ'NİN BÖLÜNMESİ
Antakya Süryani Kilisesi, ilk kurulduğu dönemlerde coğrafi konum itibarıyla Doğu Kilisesi ve Batı Kilisesi olarak iki kola ayrılmıştır. Pers Hükümdarlığının sınırları içinde yaşayan Süryaniler Doğu Kilisesi’ni; Roma İmparatorluğunda yaşayanlar ise Batı Kilisesi’ni oluşturuyordu. Ancak bir birlik anlayışı içinde faaliyetlerini yürüten Kilise’nin içinde iki nedenden dolayı anlaşmazlıklar çıktı. Bu nedenlerden birincisi, Bizans’ın Doğu halkları üzerindeki baskı uygulamaları ve kendi çıkarına yönelik olarak oynadığı politik oyunlardır. İkincisi ise, kendisi de Süryani kökenli olan İstanbul Patriği Nasturius’un genel kilise anlayışına ters düşen öğretisidir. Bu iki neden Kilise’nin ikiye bölünmesine yol açtı. Bu anlaşmazlıkta Nasturius’un görüşlerini benimseyen Süryaniler, tarihte "Nasturiler" ismiyle anılmaya başlandı. 1445 yılında Nasturilik’ten kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Vatikan’a bağlanan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle, Papa IV. Evgin tarafından "Keldani" adıyla nitelenmiştir. Bu şekilde Nasturilik’ten kopup Katolik inancı benimseyenlerden oluşan bu kilise, "Keldani Kilisesi" olarak adlandırılmıştır.
M.S. 451 yılında Süryaniler arasında bir başka bölünme daha ortaya çıkmıştır. Bu tarihte politik, mezhepsel ve yerel sürtüşmelerin artması nedeniyle toplanan ve ortodoksluğumuza aykırı olan Kadıköy Konsili, bu bölünmeye neden olmuştur. Bizans İmparatoru Markian’ın yapabileceği baskı ve zulüm uygulamalarından korkup, atalarının iman ilkelerini önemsemeyen ve Kadıköy Konsili’nin bu doğrultuda aldığı kararları benimseyen Süryanilere "Melkoye-Melkit" denilmiştir. Bu isim "Kralın Yandaşları" anlamına gelmektedir. Bu topluluk günümüzde Rum Ortodoks ya da Arap Hıristiyan’ı adıyla anılmaktadır. Melkoye-Melkit adı verilen bu topluluk içerisinde M.S. VII. Yüzyıl’dabir bölünme daha yaşanmıştır. Lübnan’daki Marun Manastırı rahipleri Melkit Patriği Maksimus’un savunduğu dinsel teorik görüşe ters düştüler ve "Marunî Patrikliği" adı verilen bağımsız bir patriklik kurdular. Roma’nın uslanmayan bölücü gayretiyle kilisesinden kopan bu Patriklik 13.yüzyıl’da Vatikan’a bağlandı. Diğer yandan Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölüm, Melkit Kilisesinden koparak, Katolik misyonerlerinin doğu insanlarımıza ve Kilisemizi hedef alan bölücülük hareketi sonucu, her zaman olduğu gibi önce suni anlaşmazlıklar yaratıldı sonra böldü, daha sonra da farklı bir yama olarak Vatikan şalvarına yapıştırıldı. Bunlar, 1724 yılında "Rum Katolik" ismiyle, kendilerine ait Roma’ya bağlı bir Patriklik Merkezi kurdu.
Antakya Süryani Kilisesi, 18. Yüzyıl içerisinde bir bölünmeye daha sahne oldu. Mihael Cerve adındaki metropolitin isyanıyla oluşturduğu bir grup Süryani’yi, Katolik misyonerlerinin bölücü ve Hıristiyanlık dışı çalışmalar sonucunda Süryanilere Katolikliği benimsemeye yönelterek Papalığa bağladı. Böylece Mardin’de Süryani Katolik adı altında Papaya bağımlı bir Patriklik Merkezi kurdu. Bu dönemlerde ikinci bir huysuzluk Protestan cephesinden kilisemize yöneldi ve 19. yüzyılda Protestan misyonerlerinin aynı şekilde Süryani bireyleri arasında yürüttüğü bölücü ve Hıristiyanlık dışı çalışmalar sonucunda Süryanilere Protestanlığı benimsemeye yöneltmiştir.
Bu günkü kilisemizin insanlarının yaygınlık durumu, hem politik nedenlerle hem de bölgesel sıkıntılar yüzünden dünyanın dört bir tarafına yayıldığını ve yaşam alanlarını seçtiklerini görüyoruz. Önerilen şey şu: Etniksel yapımız binlerce yıldan bu yana Arami-Süryani atalarımızdan kültürü ile birlikte bize devredildi. Hıristiyan Ortodoksluğumuz ise iki bin yıldan bu yana Süryani Kilisesi Ataları tarafından bize devredildi. Bu iki değeri sonsuza dek koruma mükellefiyeti biz torunlarının boyun borcu olduğunu unutmamaktır.
Bu günkü kilisemizin insanlarının yaygınlık durumu, hem politik nedenlerle hem de bölgesel sıkıntılar yüzünden dünyanın dört bir tarafına yayıldığını ve yaşam alanlarını seçtiklerini görüyoruz. Önerilen şey şu: Etniksel yapımız binlerce yıldan bu yana Arami-Süryani atalarımızdan kültürü ile birlikte bize devredildi. Hıristiyan Ortodoksluğumuz ise iki bin yıldan bu yana Süryani Kilisesi Ataları tarafından bize devredildi. Bu iki değeri sonsuza dek koruma mükellefiyeti biz torunlarının boyun borcu olduğunu unutmamaktır.
ܢܘܗܳܪܐ: ܣܝܳܡܐ ܗܢܐ ܣܝܡ ܗ̱ܘܐ ܒܦܐܬܐ ܕܚܣܝܘܬܐ ܕܐܣܛܢܒܘܠ. ܚܢܢ ܕܝܢ ܥܒܕܢܢ ܩܰܠܝܠ ܫܘܚܠܦܐ ܒܓܘܝ̈ܬܗ. ܘܗܟܘܬ ܦܪܰܣܢܝܗܝ ܒܦܰܐܬܐ ܕܚܣܝܘܬܐ ܕܐܕܝܐܡܢ.